Ölümle Yüzleşmek: “Ikiru(Yaşamak)” Filminde Varoluşun Anlamını Arayış
Akira Kurosawa’nın 1952 yapımı “Ikiru” (Yaşamak) filmi, sinema tarihinin en etkileyici ve derinlikli eserlerinden biri olarak kabul edilir. Kurosawa’nın yönetmenlik kariyerinin zirve noktalarından biri olan bu film, hem bireysel varoluşun anlamını sorgular hem de toplumsal yapılar ve bürokrasi üzerine keskin bir eleştiri sunar. Film, hayatının son günlerini yaşayan bir bürokratın (Kanji Watanabe) hayatına anlam katma çabasını anlatır ve bu süreçte felsefi, psikolojik ve toplumsal ögeleri ustalıkla işler.
“Ikiru”, varoluşsal bir kriz üzerine kurulu bir filmdir. Kurosawa, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus gibi varoluşçu filozofların etkilerini eserinde barındırır. Kanji Watanabe’nin hayatının son evresinde yaşadığı dönüşüm, Heidegger’in “ölüm karşısında otantik varoluş” kavramıyla paralellik gösterir. Watanabe, yaşamının sonuna geldiğinde, varoluşunu yeniden sorgulamaya başlar ve ölümün yaklaştığı gerçeğiyle yüzleşir. Bu durum, ona gerçek anlamda “yaşamak” ne demektir sorusunu sordurur. Heidegger’in felsefesinde, birey ancak ölümle yüzleştiğinde otantik bir varoluşa ulaşabilir. Watanabe’nin hayatını yeniden değerlendirmesi ve anlam arayışı, bu felsefi düşünceyle güçlü bir bağ kurar.
Filmdeki bir diğer önemli felsefi tema ise Camus’nün “absürt” kavramıdır. Camus’ye göre, hayatın anlamı yoktur ve bu anlamsızlık insanı derin bir çaresizliğe sürükler. Ancak insan, bu absürtlük karşısında mücadele etmeli ve kendi anlamını yaratmalıdır. Watanabe’nin, hayatının son demlerinde bir park inşa etmeye karar vermesi, bu absürt durum karşısında kendi anlamını yaratma çabasının bir yansımasıdır.
Watanabe’nin karakteri, psikolojik olarak derinlemesine incelenmeye değer bir yapıya sahiptir. Film, Watanabe’nin ölümle yüzleşmesini ve bu yüzleşmenin onun psikolojisinde yarattığı değişimi etkileyici bir şekilde ele alır. Filmin başında Watanabe, yıllarını monoton bir iş hayatına adamış, ruhsuz bir bürokrattır. Ancak kanser olduğunu öğrendiğinde, bu sıradan yaşam tarzının onun için artık bir anlam ifade etmediğini fark eder. Bu, Watanabe’nin yaşamının tamamında bastırdığı korku ve kaygıların yüzeye çıkmasına neden olur.
Elisabeth Kübler-Ross’un yas süreçlerini ele alan teorisi, Watanabe’nin yaşadığı psikolojik dönüşümü anlamakta kullanılabilir. İlk başta Watanabe, inkâr ve şok evresindedir; doktorunun söylediklerini anlamakta zorlanır. Ardından öfke ve pazarlık evresine geçer; hayatının boşa geçtiğini düşünerek bu kayıp zaman için kendi içinde bir hesaplaşma yaşar. Nihayetinde kabullenme evresine geçer ve yaşamını yeniden anlamlandırmak için harekete geçer. Bu süreç, Watanabe’nin içsel çatışmalarını ve nihai huzura ulaşma çabasını gözler önüne serer.
Kanji Watanabe
Filmin ana karakteri Kanji Watanabe, hayatta anlam arayışının simgesidir. Watanabe’nin sessiz ve mütevazı kişiliği, onun içsel acısını ve kaygısını gizler. Ölüm haberini aldıktan sonra yaşadığı dönüşüm, onun karakterinin derinliklerini ortaya çıkarır. Watanabe, hayatının son günlerinde ne kadar büyük bir boşluk içinde olduğunu fark eder ve bu boşluğu doldurmak için bir amaç bulmaya çalışır. Watanabe’nin park inşa etme kararı, onun bu içsel boşluğu doldurma ve anlam arayışının bir yansımasıdır.
Toyo Odagiri
Toyo, Watanabe’nin iş yerindeki genç bir kadındır. Watanabe’nin hayatındaki anlam arayışında önemli bir rol oynar. Toyo, hayat dolu ve enerjik bir karakterdir; bu özellikleri Watanabe’nin hayatında eksik olan unsurları temsil eder. Watanabe, Toyo’nun enerjisini ve yaşam sevincini kıskanır ve onunla vakit geçirdikçe, kendi hayatındaki eksikliklerin daha fazla farkına varır. Toyo, Watanabe’ye kendi hayatını nasıl yaşayabileceği konusunda bir model sunar, ancak aynı zamanda onun anlam arayışının yetersiz kaldığını da gösterir.
Akira Kurosawa’nın yönetmenlik tarzı, “Ikiru” filminde de kendini gösterir. Kurosawa, minimalizm ve sembolizmle dolu bir sinematografi kullanır. Watanabe’nin karanlık ve kasvetli ofisi, onun iç dünyasındaki boşluğu ve umutsuzluğu simgeler. Kurosawa’nın kamerası, karakterlerin psikolojik durumlarını yansıtmak için sıklıkla yakın çekimler kullanır. Özellikle Watanabe’nin yüzündeki ifadeler, onun içsel acısını ve dönüşümünü izleyiciye aktarmada önemli bir rol oynar.
Filmin son bölümünde yer alan sahne, Kurosawa’nın ustalığını bir kez daha ortaya koyar. Watanabe, karla kaplı bir parkta, bir salıncakta otururken görüntülenir. Bu sahne, onun içsel huzurunu ve yaşamını anlamlandırma çabasının bir simgesidir. Kurosawa, bu sahneyi sade ve etkileyici bir şekilde sunarak izleyiciyi Watanabe’nin içsel yolculuğunun bir parçası yapar.
“Ikiru”, yalnızca bir film olmanın ötesinde, insan yaşamının anlamı üzerine derin bir meditasyon olarak değerlendirilebilir. Akira Kurosawa’nın ustalıkla işlediği felsefi, psikolojik ve toplumsal ögeler, filmi zamansız bir klasik haline getirmiştir. Kanji Watanabe’nin yaşamının son demlerinde bulduğu anlam arayışı, izleyiciyi kendi yaşamını sorgulamaya ve anlamını keşfetmeye davet eder. Kurosawa’nın sinematografisi, bu derin temaları görsel olarak da destekleyerek filmin etkisini artırır.
Watanabe’nin salıncakta söylediği şarkı, hayatının tüm anlamını özetler niteliktedir:
“Hayat kısa, aşık ol. Kızıl yanaklı sevgilim, şimdi şarkı söyleyerek…”
Bu sözler, Watanabe’nin son anlarında bulduğu huzurun ve yaşamın kıymetini bilmenin önemini vurgular. “Ikiru”, her izleyiciye bir şeyler fısıldayan, derin ve anlamlı bir eser olarak sinema tarihindeki yerini almıştır.
ANIL TOPÇU